Yol, anlamını durakta kazanır…
Yol’u arayan kişi, ne olduğunu bilmiyor.
Olmak istediği beğenisi ile yaptıklarında; beğenisini biliyor ama yaptıkları?
Neden ve Niçin yaptığını bilmiyor.
Beğenisi ve yaptıklarını bağdaştırmak için, neden yaptığını bildiği bir şey yapıyor.
Yine de… gerçek kendisi sorusu uyanıyor: “Ben bu muyum?”
Bilge birisi cevap verir: “Ne yaparsan O’sun.
Kendini yaptıklarınla yapacaksın.
İlk adım sormandı; şimdi cevap vere vere yürüyeceksin.
Benlik şiirinde tam da bu dizilerle seslenir şair bize ve bu dizeler, insanın kendi varoluşunu anlamlandırma çabasının adeta bir pusulasını sunar…
Edebiyat dünyasının en büyüleyici eserlerinden biri olan Küçük Prens (Le Petit Prince), Antoine de Saint-Exupéry’nin zamansız bir başyapıtıdır. Çocukların dünyasına bir yetişkinin gözlerinden bakarken, aslında büyüklere en derin mesajları ileten bu eser, insanlık, sevgi, dostluk ve hayatın anlamı üzerine düşündürür…
Kutup buzulları eriyor, ormanlar yok oluyor, hava durumu artık tahmin edilemez bir hâl aldı. İklim krizi, hepimizin hayatını etkileyen bir gerçek. Bu büyük sorunu anlamadan çözmek mümkün değil.
Birlikte hem öğrenip hem de harekete geçmek için izleyebileceğimiz 7 güçlü belgesel seçtik.
Hazır mıyız? Çünkü bu dünyayı ancak birlikte kurtarabiliriz!
Gün henüz ağarmaya başlarken, odasına usulca süzülen ilk ışıklar onu uyandırdı. İçinde uzun zamandır adını koyamadığı bir boşluk vardı; öyle derin, öyle sessizdi ki bu boşluk neredeyse konuşur gibiydi. Kendine bir kahve yaptı, en sevdiği hırkayı sırtına geçirip dışarı çıktı. Ayakları onu hiç düşünmeden bir patikaya yöneltti; şehirden uzak, doğanın sessiz kollarına… Toprak yumuşaktı, sabahın …
Hissetmek…
Bir an durup düşününce, aslında hissetmenin yaşamın özü olduğunu fark ediyorum. Çünkü ne zaman gerçekten hissedersem, o zaman yaşıyorum. Dokunduğum her şey, sevgiyle kucakladığım her an, bir şekilde sonsuzlaşıyor. Kalbime dokunan her iz, kaybolsa bile silinmiyor; yalnızca başka bir boyuta geçiyor, içimde bir yerlerde yaşamaya devam ediyor.
Hayatımdan geçekliğimden uzaklaşmış her şeyle hissetmenin ne kadar büyük bir güç olduğunu anlıyorum. Sevgiyi hissettiğim bir anın hatırası, içimde kök salıyor ve belki yıllar geçse de kalbimde o sıcaklığı taşıyorum…
Bir sabah uyandık. Yıl 2050… Havanın sıcaklığı erken saatlerde bile boğucu bir hal almış durumda. Dışarıdaki termometre 40°C’yi gösteriyor, oysa güneş daha yeni yükselmiş. Göz alabildiğine uzanan kıyı bölgeleri sulara gömülmüş, dalgaların kıyıdan içlere doğru sessiz bir tehdit gibi yükseldiği yeni manzaralar artık normalleşmiş.
Şehrin sokaklarında endişe dolu bir sessizlik var; insanlar yüzlerinde maskelerle, adımlarını bile dikkatle atıyor. Bu maskeler, havasız kalmak değil; yaşanmaz hale gelen havadan korunmak için zorunlu hale gelmiş. Filtreli maske kullanımı o kadar yaygın ki, bu görüntü yeni neslin sıradanı, yaşlılarınsa acı hatırası olmuş…
Müziğin evrensel bir dil olduğunu, duygu ve düşüncelerimizi yoğunlaştırabildiğini hepimiz biliriz. Ancak müzik, sadece kulağımızda yankılanmakla kalmaz, beynimizdeki kimyasal ve nöral süreçleri de etkileyerek ruh halimizi ve davranışlarımızı şekillendirir.
Bilim insanları, müziğin beyindeki etkilerini araştırarak, farklı müzik türlerinin nasıl farklı duygusal tepkilere yol açtığını ve beynimizi nasıl motive ettiğini keşfetmeye devam ediyor. İşte bu büyülü etkileşimin bilimsel açıklaması…
Hayat, her anı ile bizi sınar ve dönüştürür. Her zorluk, her belirsizlik, her düşünce değişimi, bizim daha güçlü, daha bilge ve daha özgür bir insan olma yolculuğumuza bir adım daha ekler. Fakat bu yolculukta ne kadar ilerlersek ilerleyelim, bazen en önemli şey, zorluklarla nasıl başa çıktığımızdır. Dayanıklılığımız, yaşadığımız her acıdan, her kayıptan, her düşüşten sonra güçlenir. Zorlandığımızda, hayatın bizden ne almak istediğini değil, ne öğreneceğimizi görmeye başlarız. Bu da bize, bilinmeyle başa çıkma yeteneği kazandırır. Geleceği net bir şekilde göremediğimizde bile, kalbimizdeki bir umut ışığı bizi yönlendirir.
Biz de hayatın içinde böyle değil miyiz?
Köklerimizle toprağa sarıldıkça daha sağlam hisseder, dallarımızla hayallere uzanırız. Ama köklenmek sadece bir yere ait olmak değildir; aynı zamanda kendine, hayata ve evrensel bir düzene teslim olmayı öğrenmektir.
Hayatı anlamlandırmaya çalışmak bazen bir rüzgarı yakalamaya çalışmak gibi. Oysa rüzgarı avucumuzda tutamayız; sadece hissederiz, bırakırız ve onun varlığına güvenerek ilerleriz. İşte teslimiyet tam da budur: Kontrol etme çabasını bırakıp, hayatın doğal ritmine kendimizi bırakmak…
Bir ağacın kökleri ne kadar derinse, dalları o kadar genişler gökyüzüne…