Antik dünyanın en görkemli şehirlerinden biri olan İskenderiye’deyiz. İnsanlık tarihinin en büyük bilgi merkezlerinden biri olan İskenderiye kütüphanesi, o dönemin medeniyetinin kalbidir…
Alejandro Amenábar’ın yönettiği Agora filmi, bizi bu görkemli ama aynı zamanda kaotik bir döneme götürüyor. Gözlerimizin önünde yalnızca bir kadının mücadelesini değil, akıl ve inanç arasında giderek büyüyen uçurumu izliyoruz. Ve bu çatışmanın merkezinde bir kadın duruyor: Hypatia.
Film, M.S. 4. yüzyılda, İskenderiye’de başlar ve antik dünyanın bilgi merkezi olan İskenderiye Kütüphanesi’nin atmosferinde geçer. Burada, matematikçi, filozof ve astronom Hypatia, öğrencilerine bilimsel yöntemleri öğretmektedir. Hypatia’nın ders verdiği sınıf, toplumsal hiyerarşinin yansımasıdır: Aristokrat Orestes ve köle Davus gibi farklı statülerde öğrenciler aynı çatı altındadır.
Hypatia, Platon ve Aristo’nun fikirlerini tartışırken aynı zamanda güneşin ve gezegenlerin hareketlerini anlamaya çalışmaktadır. Onun tek amacı, evrenin işleyişine dair gerçekleri çözmektir…
Bir Kadın Olarak Var Olmak
Hypatia’nın hikâyesi, yalnızca bir bireyin yaşam mücadelesi değil, tüm kadınlar adına verilmiş evrensel bir direniştir. Film boyunca Hypatia’nın, yaşamı boyunca aslında, yalnızca bir kadın olarak değil, bir insan olarak da algılanmak istediğine tanıklık ediyoruz. Onun tutkusu, matematik ve astronomi gibi alanlarda gerçeği aramak. Kadın bedeniyle ilişkilendirilen geleneksel rollerin çok ötesinde, o, evrenin sırlarını çözmeye çalışan bilge bir aklı temsil ediyor.
Peki toplum, bir kadının yalnızca aklıyla var olmasını kabul etmeye ne kadar hazır?
Hypatia, kadının bilgiye olan açlığının ve bu bilgi uğruna neleri göze alabileceğinin bir simgesi olarak Agora’da yer alıyor. Ancak burada, kamusal alanın sessizce ona buraya “ait olmadığını” fısıldayan bir çarpık düzen var…
Din ve Bilim: İki Gücün Çatışması
Filmin en çarpıcı yanlarından biri, din ve bilim arasındaki keskin çatışmayı yansıtmasıdır. İskenderiye, farklı inançların ve fikirlerin buluştuğu bir yerken, aynı zamanda bu farklılıkların çatışma alanıdır. Paganlar, Hristiyanlar ve Yahudiler arasında büyüyen gerginlik, Hypatia’nın bilimsel arayışlarını giderek zorlaştırır.
Kütüphaneye yönelik saldırılar başlar. Hristiyan kitleler, kütüphaneyi ele geçirip yok etmeye kalkışırken, Hypatia ve öğrencileri, bilimsel eserleri kurtarmaya çalışır. Ancak kütüphanenin yıkımı engellenemez ve bu olay, yalnızca bilimin değil, bir dönemin sonunu da simgeler…
Hypatia’nın öğrencisi Orestes, Hristiyan inancını benimseyen Davus ve kendisine aşkla bağlı olan erkekler arasında sıkışan hikâyesi, bireyin inanç, sevgi ve bağlılık arasında yaptığı seçimlere dair çarpıcı bir sahnedir. Ama bu seçimler yalnızca bireysel düzeyde kalmaz. Hypatia’nın ötekileştirilmesi, toplumun bilimsel düşünceye ve kadının özgürlüğüne karşı ne kadar kapalı olduğunu da ortaya koyar.
Öteki Olmak: Hypatia’nın Trajedisi
Şehirde Hristiyanların yükselişi, sadece bilim ve bilgiye değil, aynı zamanda kadınlara karşı bir baskıyı da beraberinde getirir. Hypatia, Hristiyan liderler tarafından sapkın ve tehdit olarak görülmeye başlar. Toplum, onun bir kadın olarak kamusal alanda bu kadar güçlü bir figür olmasını kabullenemez.
Orestes, Hypatia’ya olan sevgisi nedeniyle Hristiyan liderlerle arasında düşmanlık yaşamaya başlar. Ancak bu, Hypatia’yı korumasına yetmez. Hypatia, yalnızca bilimsel çalışmalarıyla değil, cinsiyeti ve inançsızlığı nedeniyle de hedef hâline gelir.
Hypatia, “öteki” olarak etiketlenenlerin başında gelir. Ne tam anlamıyla inananlar arasında ne de tam bir isyancıdır. O, yalnızca gerçeği arayan bir bilim insanıdır. Ancak bu duruşu, onu herkesin düşmanı yapar. Bu hikayede, biz de kendi geçekliğimizi sorgulayabiliriz:
Farklı olanı, kendi sınırlarımızın dışında kalan bir bireyi gerçekten kabul etmeye hazır mıyız?
Filmin doruk noktasında, Hypatia’nın, kadın bedeni üzerindeki tahakkümle nasıl susturulduğunu izlerken içimizde bir isyan büyür. Hypatia’nın ölümü, bir insanlık trajedisinin derin sembolüydü. Taşlar onu yere serdiğinde, çevresindeki kalabalık cehaletin ve fanatizmin ağırlığıyla dolmuştu. Ancak o kaosun ortasında, Hypatia’yı derinden seven bir adam vardı: Davus.
Davus, bir zamanlar Hypatia’nın öğrencisi ve koruyucusuydu. Onun bilgeliğine, zarafetine ve özgürlüğüne hayranlık duymuştu. Ancak o gün, kalabalığın öfkesiyle birlikte, kendini dehşetin tam ortasında buldu. Hypatia’nın bedeni taşların ve nefretin ağırlığı altında ezilirken, Davus bir an durdu. Gözleri, Hypatia’nın kanlı yüzüne, ama hâlâ dimdik duran o gururlu duruşuna takıldı. Onun acı çekmesine dayanamayacağını anladı.
Bir sessizlik anı oldu. Kalabalığın bağırışları, bir an için bulanıklaştı. Davus, tüm cesaretini topladı ve Hypatia’nın yanına eğildi. Onun gözlerindeki acıyı, ama aynı zamanda teslimiyetle parlayan bilgeliği gördü. Bir nefeslik sürede, kendi içinde bir karar verdi: Hypatia’yı daha fazla acı çekmekten kurtaracaktı.
Titreyen elleriyle onu son kez kucakladı. Gözlerinde gözyaşları ve kalbinde tarifsiz bir acıyla, Hypatia’nın canını alacak bir hareketle onu bu dünyadan çekip aldı. O an, bir sevginin en saf ve en yıkıcı haliydi: Onu koruyamamanın ağırlığı, ama daha fazla ıstırap çekmesine izin vermeme kararlılığı…
Davus, Hypatia’yı kalabalığın ellerinden kurtaramamıştı, ama onu cehaletin işkencesinden özgür bırakmıştı. Hypatia’nın bedeni artık orada değildi; ama fikirleri, gökyüzündeki yıldızlar gibi sonsuza dek parlamaya devam edecekti. Davus ise, hayatının geri kalanında bu kaybın ağırlığıyla yaşamak zorundaydı. Onun yaptığı fedakârlık, Hypatia’ya duyduğu derin sevginin ve insani bir cesaretin sessiz bir çığlığıydı.
Ve Hypatia’nın ölümü, bizlere tarihte kaç kadının benzer nedenlerle yok edildiğini bir kez daha hatırlattı..
Kadim Bilge Hypatia’dan Düşündüren Bir Miras
Agora, unutulmaz bir film… İzlerken yalnızca bir hikâyeye değil, aslında günümüze kadar gelen bir mücadeleye tanıklık ediyoruz. Hypatia’nın yaşadıkları, bugün hâlâ kadınların var olma mücadelesine dair güçlü bir ayna tutuyor.
Film bize şunu hatırlatıyor: Toplumlar ne zaman ki farklılıklara açık olmayı öğrenir, işte o zaman gerçek anlamda ilerler. Hypatia’nın hikâyesi, yalnızca geçmişin bir hikâyesi değil, kesinlikle bugün ve yarın için zamanları aşan bir ders.
Kadınların, bilimin ve insan aklının özgürce gelişebildiği bir dünya hayali, Hypatia’nın mirasını taşıyan bizlere bırakılmış bir sorumluluk. Film sonunda İskenderiye’nin agorasından yükselen fısıltıları duyuyoruz:
“Daha adil, daha özgür bir dünya için ne yapıyoruz?”
Hypatia’nın gerçeği aradığı gibi, biz de kendi gerçeğimizi bulmalı ve bu soruya cesurca cevap vermeliyiz. Çünkü sonunda, hepimiz insanlığın agorasında birer “öteki” olabiliriz!
Cehaletin karanlığına, bilim ve aklın varlığı ile ışık tutma mücadelesini konu alan bu film sevgiyle önerilir…
Sevgiler.