Hissetmek…
Bir an durup düşününce, aslında hissetmenin yaşamın özü olduğunu fark ediyorum. Çünkü ne zaman gerçekten hissedersem, o zaman yaşıyorum. Dokunduğum her şey, sevgiyle kucakladığım her an, bir şekilde sonsuzlaşıyor. Kalbime dokunan her iz, kaybolsa bile silinmiyor; yalnızca başka bir boyuta geçiyor, içimde bir yerlerde yaşamaya devam ediyor.
Hayatımdan uzaklaşmış her şeyle birlikte hissetmenin ne kadar büyük bir güç olduğunu anlıyorum. Sevgiyi hissettiğim bir anın hatırası, içimde kök salıyor ve belki yıllar geçse de kalbimde o sıcaklığı taşıyorum…
Hissetmek, sadece dış dünyayı algılamak değil, aynı zamanda içime doğru bir köprü kurmak gibi.
Kalbime dokunmuş her şeyin aslında bir parçası bende kalıyor. Onlar kaybolmuyor, sadece başka bir forma bürünüyor; belki bir hatıra, belki bir duygu, belki de içimde yankılanan bir fısıltı…
Sevgiyle dokunduğum her şeyin sonsuz olduğunu bilmek, bana hem güç hem de huzur veriyor. Çünkü bu, hiçbir şeyin gerçekten bitmediğini, gerçek sevginin zaman ve mekandan bağımsız bir şekilde varlığını sürdürebileceğini hatırlatıyor bana.
Hissetmek, bazen ne kadar kırılgan olduğumu, bazen de ne kadar güçlü olabileceğimi anımsatıyor. Kalbimde yer eden her şeyle, sevginin o derin, sonsuz yankısını içimde taşıyorum. Ve bu bana, hayatın her anını kucaklamam gerektiğini hatırlatıyor. Çünkü sevgiyle hissettiğim her şey, aslında sonsuzluğun bir parçası…
Düşünüyorum, öyleyse varım…
Bu sözü her duyduğumda, zihnim bir labirent misali düşünceleri arar ve düşünürken adeta kaybolmuş hissederim. Belki bir kitaptan alınmış, belki başka bir zihinle şekillenmiş düşünceleri omuzlarımda taşırken, benliğimin gerçek sınırlarını bulamam çoğu zaman. Ama hissetmek… zihnin suskunluğunda, saf gerçeklikte var olarak, yalnızca hissetmek. İşte o an, varlığımın en yalın ve en tartışmasız haliyle karşılaşıyorum.
Ayağıma bir taş değdiğinde ya da derin acılar yüreğimden yükseldiğinde dünya tüm ağırlığını bırakıyor üzerime sanki. O an bir düşünce beni kurtaramaz mesela. Bir fikir, acımı hafifletemez. Orada, o sancının tam içinde, yapayalnız bir “ben” varım. İşte, en çok o anlarda kendime inanıyorum. Var olduğuma, eşsiz bir varlık olduğuma, hissettiğim her şeyin yalnızca bana, varlığımın özüne ait olduğuna…
Ne zaman derinden hissetsem sorgulamıyorum kendimi artık. Çünkü hissetmek, düşünmekten daha saf bir hâl ve düşünceler gibi gelip geçici ya da dışardan yansıtılmış bir gerçeklik değil, adeta içimden gelen bir çağrı.
Bir düşünce çalınabilir, paylaşılabilir, hatta unutulabilir. Ama hissettiğim hiçbir acı, hiçbir mutluluk, hiçbir korku benden alınamaz. Onlar benim varoluşumun en dokunulmaz köşesinde saklı kalır.
Belki de acımın keskinliğinde saklıdır bu zihinsel farkındalığım. Bir acının sancısı içindeyken, dünya üzerimden kayar gider sanki. Öyle derinden hissederim ki dışarının sesleri susar, renkler soluklaşır ve yalnızca o acı kalır benimle. İşte o an, var olduğuma dair en derin inancı hissederim…
Tuhaf, değil mi?
Bu kadar “yıpratıcı” bir duygu, aynı zamanda beni bana en çok yaklaştıran bir hâl oluyor.
Evet, düşünüyorum, öyleyse varım. Ama hissediyorum, öyleyse tamamen varım artık.. yaşıyorum.
Benim gerçeğim budur belki de. Her duygu, her his, beni biraz daha özüme yaklaştırır, kendime doğru derinleştirir. Hayatın tüm katmanlarını, acının bile armağan gibi hissedildiği o yoğun anlarda anlarım. Çünkü ben hissettikçe varım; hissettikçe anlar ve hissettiğim her şeyle büyür, köklenir, yaşamın en derin kuyusunda bile karanlıkla yüzleşir, kendimi bulurum. Hissettiğim sürece varım ve var olduğum sürece, kendimi yeniden büyüterek hayata kök salmaya devam edeceğim.
Sen de hisset, hissettiğin yerde var ol ve kalbindeki sonsuz sevgiye köklen…
Sevgiler.