Bir ağacın kökleri ne kadar derinse, dalları o kadar genişler gökyüzüne…
Biz de hayatın içinde böyle değil miyiz?
Köklerimizle toprağa sarıldıkça daha sağlam hisseder, dallarımızla hayallere uzanırız. Ama köklenmek sadece bir yere ait olmak değildir; aynı zamanda kendine, hayata ve evrensel bir düzene teslim olmayı öğrenmektir.
Hayatı anlamlandırmaya çalışmak bazen bir rüzgarı yakalamaya çalışmak gibi. Oysa rüzgarı avucumuzda tutamayız; sadece hissederiz, bırakırız ve onun varlığına güvenerek ilerleriz. İşte teslimiyet tam da budur: Kontrol etme çabasını bırakıp, hayatın doğal ritmine kendimizi bırakmak…
Gel şimdi gözlerini kapat ve bir anı hatırla. Belki bir sahil kenarındasın, dalgaların sesiyle huzur buluyorsun. Ya da belki sevdiğin bir ağacın gölgesinde oturuyorsun; yaprakların arasından süzülen güneş ışığı yüzüne vuruyor… O an, zihnin sessizleşir, sorular kaybolur. İşte bu, kendi merkezine döndüğün andır. O ağacın gövdesi gibi sağlam hissedersin kendini, çünkü yaşamın ritmini yüreğinde duyarsın.
Hayatta karşılaştığımız zorluklar, bizleri bazen rüzgarda savrulan yapraklar gibi hissettirebilir. Ama o yapraklar bile, bir ağacın parçasıdır. Düşse de, toprağa geri döner ve döngünün bir parçası olur. Tıpkı bizim de yaşadığımız her şeyin, daha büyük bir bütünün parçası olması gibi.
Köklenmek, bu döngüye güvenmektir. Zorlukların bizi büyüttüğüne, her deneyimin ruhumuza yeni bir katman eklediğine inanmaktır…
Bir anne düşünelim. Çocuğunu her sabah okula gönderirken, belki onun güvenliğinden endişe duyar değil mi? Bir yandan da çocuğunun kendi adımlarını atmasına izin vermek zorundadır. İşte teslimiyet burada başlar. Çocuğuna, onun yolculuğuna ve hayatın kendi düzenine duyulan bir güvendir bu. Bu güven, annenin kalbinde köklenmesine olanak tanır. Çünkü bilir ki, kontrol etmek yerine sevgiyle serbest bırakmak daha güçlüdür…
Ya da bir çiftçi hayal edelim. Tohumu toprağa eker ve güneşin, yağmurun, rüzgarın işini yapmasına izin verir değil mi? Toprağa olan inancı, sabrı ve güveni olmadan bir meyve alamaz. İşte biz de hayatı böyle ekmeliyiz: Sabırla, inançla ve akışa teslim olarak.
Köklerimiz ne kadar derinlere ulaşırsa, üzerimizdeki yükler o kadar hafifler.
Hayat bir nehir misali ve bizler onun kıyısında oturup akışını izleyen yolcularız… Ama bazen, o suyun içine adım atmamız gerekir. Su bizi nereye götürürse götürsün, onun bizi taşımak için var olduğunu bilmek, bizi hafifletir. İşte bu teslimiyet, bizi köklerimize döndüren şeydir.
Her sabah doğan güneş, bize yaşamın ritmini hatırlatır. Sonunda, gecenin karanlığına teslim olan gün, biraz zaman sonra yeniden ve yeni bir umutla doğar. Biz de işte böyle kendi içsel karanlıklarımızı kabullendiğimizde, ışığımız daha parlak olmaya başlar.
Evrensel akla teslimiyetin bilinci, burada başlar: Bütünlüğü hissederek, hayatın her bir anına köklenmek…
Bugün bir ağacın gövdesine yaslanın ya da bir dalganın sahile vurmasını izleyin… Hayatın huzurlu ritmini dinleyin ve kalbinizin derinliklerinden gelen o sessiz sesi duyun. Biraz dikkatli dinlersen o ses, sana köklenmenin büyüsünü fısıldıyor: “Teslim ol ve büyü. Hayat seni daima taşıyacak.”
Ve unutmayın, köklerimiz ne kadar derinse dallarımız o kadar özgürdür.
Bu içsel yolculuk sırasında, ruhunuza dokunacak bir melodiye ihtiyaç duyarsanız, La Vent Nous Portera şarkısını dinleyebilirsiniz. Noir Desir’in huzur veren melankolisinde kaybolarak, kendinizi daha derin bir teslimiyetle bulabilir, rüzgarın sizi taşımasına izin verebilirsiniz.
Çünkü tıpkı şarkının sözlerinde olduğu gibi: “Rüzgar bizi taşıyacak.”
Sevgiler.